2014’te fotoğraf kursuna giderken “24 SAAT İSTANBUL” koymuştum açacağım ilk serginin adını. Henüz başlayamadım. Ama hissediyorum yaklaştı… 24 saat için 24 kare olan bir seri çekeceğim. Her saat, başka bir İstanbul. Her saat başka bir hikaye.
2020’de ise fotoğraf hikayelerine karar verdim. İnsta paylaşımlarına da böyle başladım aslında.. Hedefim, oğlum ve kızım #defnoşş ve @yigitataturkmen için fotoğraflar ve fotoğraf hikayeleri olan bir kitaptı… Yapabildiğim ise insta fotoğraflarıydı…
Ama olsun… Vazgeçmemiştim. Azalmıştı. Makine daha az, cep telefonu daha çoktu belki.. Ama fotoğraflarımı ve hikayelerimi seviyordum… Fotoğraf hala tutkuydu.
Bu iki projeyi yapacağım dedim birkaç hafta önce.
Ve bugün bu blog oluştu… Bakalım fotoğraflarım ve hikayelerim nereye gidecek. Bakalım fotoğraflarım ve hikayelerim beni nerelere götürecek..
Sevgiyle…
Patolojinin pembe mor dünyası aslında hayatımın çoğunu kaplıyor. Bunu keyifli hale getirmenin yollarından biri de bu mikroskobik fotoğraflar. En çok kalp seçmeyi seviyorum..
Sabah elimi kestim. Defne de yanımdaydı.. “Acımıyor değil mi? Acımıyor değil mi?” diye panikledi. Ben de “acıyor, ama çok değil. Elin kesilince acır” dedim. Sonra Gökhan ne olduğunu sorunca “elini kesti annem. Sen burada olsan olmazdı” diye cevap verdi. Buna da “bunun babanla ilgisi yok tatlım, BEN kestim elimi, babanın yanında kestiğim de olmuştu. Bunun tek sorumlusu benim” diye cevap verdim..
Baktım içselleştirmişim. Önceleri mesaj kaygısıyla, kortikal çaba ile anlatıyor, böyle şeyler söylüyordum. Ama bu iki cümle kendiliğinden çıktı. Ve hoşuma gitti.. Birincisi, kendimde bişeyleri değiştirmek, değiştirebilmek… Farkındalığımı yükseltebilmiş olmak. İkincisi… Ve daha önemlisi ise, Defne’me verdiğim mesajın, onu hayatı boyunca bir dolu çatışmadan, bir dolu suçlamadan koruyacak olması. Elbette ki ben bir cümle söyledim, her şeyi anladı değil. Ama ben bu cümleleri artık subkortikal seviyede kurabiliyorsam, çocuklarım da bu ortamda büyüyorlar. Hem belki de abartmıyorum. Bir dolu arızamız çocukluk “An”ları yüzünden değil mi.. O an’ı, o cümleyi, o insanı derinlerden çıkarmak için debelenip durmuyor muyuz.
Velhasıl.. Mutlu oldum.
Sonra kahvaltı sırasında camda yansımasını gördü. Önce hayran hayran baktı, sonra dudağının bir tarafına tatlı bir gülümseme kondu. Sonra da “ayy, çok güzel olmuşum ya” dedi… ❤️ Bir daha mutlu oldum…
Bir mutluluk hikayesi daha anlatiim. Duramadım😅 Geçen sabah üçümüz arabadayız. Hayatımızdaki ‘iyi ki’leri sayalım dedim. Şükür ettiklerimiz.. Başta zorladılar. Birkaç cümle çıktı sonra… Yiğit şöyle dedi “İYİ Kİ OLDUĞUMUZ İNSANIZ”. Benim için hayatın hedefine ulaşma anlarından biri bu olabilir… Şükür.. ❤️🧿🙏
Fotoğraf 2016 Eylül. İlk ailecek tatilimiz. Şile dışında. Bir seri fotoğraf var. Çok hoşuma giden. Çocuklardaki gelişim, değişim, iç huzurları, mutlulukları hayatı anlamak ve devam etmek için ne güzel bir neden, ne güzel bir motivasyon değil mi? Kardeşlik, elele olmak, korumak, kollanmak, çocukluk anılarının denizin yarattığı huzur ile erişkinliğe ışık tutması gibi bir hikayesi var bu fotoğrafın bende… Yukardakiler de kısa kısa anılar. Benzer anlamlara gelen.
İlk fotoğrafın diğer bir özelliği ise şu anda çalıştığım işim için, kurum yöneticilerine yaptığım ilk sunumun ilk slaytında kullanmış olmam. Sunumun adı ‘Geleceğin Patoloji Laboratuvarı’ idi. ‘Neden bu fotoğraf’ demişlerdi… ‘Kızım küçük, büyüyecek, benim için gelecek o. Bizim için ise, mevcuttakilerden farklı bir iş yapmak hedef olmalı’ gibi bir şey söylediğimi hatırlıyorum.
Fotoğrafın çekiminden sonra 4 yıl, benim onu ‘Geleceği’ anlattığı için kullanmamdan sonra 2 yıl 9 ay geçmiş. Kızım 7,5 yaşında. Kurduğumuz yapı artık bir hayal değil, sağlam bir gerçek. Ve evet.. Geleceğin laboratuvarı oldu.
Bugün yazmak istediğim şey ise, aradığım kalemi nerede bıraktığımı bulmak için, yaptıklarımı gözden geçirdiğim an. Ve o anın bende hissettileri idi. Gelecek, an ve geçmiş… Geçmişin, şimdi için klavuz olması gibi bir düşünce.
Fotoğrafı en çok beni ‘AN’da tuttuğu için, bana ‘AN’ı hatırlattığı için, ‘AN’ı durdurduğu için seviyorum. Sanırım ‘anda kalmak’ çok başarılı olduğum bir şey olmadığı için 😦 ve fotoğraf da beni buna zorladığı için seviyorum. Geçmişe çok takılmıyorum, ama sıklıkla gelecek planları ile şimdiyi ıskalarken buluyorum kendimi. Bunu sorgularken; geçmişe bilinçli takılmamakla birlikte, geçmişin izlerini buluyorum bir yerlerde. Sırtımızı dönmek yerine, geçmişin, ‘an’a etkisini olumluya çevirmek, geleceğe ışık tutmasını sağlamak sanırım sağlıklı olan. Gençlerle çalışıyorum. Onlarla sohbetlere başladık. Hep birlikte yaptığımız, rengarenk bir duvardan adını alan ‘Duvar Sohbetleri’nde kelimemiz ‘İNANMAK’tı. Neye, neden, nasıl inanıyoruz? İnandığımız şeyler ne kadar bizim? Ne kadar başkaları tarafından şekilleniyor? sorularının ekseninde gelişti konuşma. İnançlarımızın ‘bizim’ olması için gayret, farkındalık ilk adım olabilir. Öyle öğrendiğimiz için, öyle söylendiği için, öyle davranıldığı için değil de.. Seçerek, bilerek, düşünerek inanmak.
Yeni yıl arifesinde, gelecek planlarını şekillendirirken ‘anda kal’arak, geçmişi tatlılıkları ve dersleri ile hatırlayarak planlar yapabilmek kıymetli bence. Deneyebilirim 😉
Yorgun bir sabahtı… Arabalı vapura giderken yine muhasebe halindeydim. Yetişecek işler, planlar, düzenlemeler.. Birden sırada beklerken, iki bulutun arasından gökkuşağı göz kırptı. Ben de aldım selamını, kaptım 3-5 kare… Vapurda, o gökkuşağı parçası! fotoğraflarını düzenledim bir süre… Kafamı kaldırdığımda gördüğüm ise bu karenin onlarcasından biriydi… Neredeyse kaçıracaktım. Ama ne mutlu ki yakalamıştım Önce gökkuşakları, renk geçişleri, panoramik mi, normal mi kararları… Sonra tabii ki yol arkadaşlarımı gözledim. Vapurda en sevdiğim.. Martılar
Ve gün bana şu cümleyi armağan etti… “iki gökkuşağı arasında kanat açmak da mümkün“
Bu cümlenin duygusu, gün oldu minnet, gün oldu şükürdü… Bazen de, griyi dağıtan renk cümbüşü..
Bir de, odağını değiştirmenin ne fırsatlar getireceğini bir kez daha anlatmıştı, bu kare bana… Kaldır kafanı ve ileriye bak.. Elindekini fırsat sanarken veya abuk dertlerle uğraşırken, çifte gökkuşağını kaçırmak da mümkün.. Yakalama şansı da…